Atatürk, Kurtuluş Savaşını Türk Milleti için yalnız düşmanı vatan topraklarından kovmayı hedefleyen bir hareket olarak görmedi. Atatürk’e göre, en önemli mesele eğitimdir. Kurtuluş Savaşı’nın en bunalımlı günlerinde bile, Ankara’da topladığı Maarif Kongresinde milli ve çağdaş bir eğitimin temellerinin atılacağını söyledi.
1935 de ülke nüfusu 16 milyondur.Bunun12 milyonu köylerde yaşamaktadır. Kırk bin köyün 35 bininde öğretmen ve okul yoktur. Yeni bir sisteme, yeni bir canlanmaya gereksinim vardır. İşte Köy Enstitüleri sistemi bu arayıştan doğdu. Zamanın İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç Mustafa Kemal’in direktifi ile bütün yurdu dolaşıp planlama çalışmaları yaptı. Atatürk’ün de arzu ve desteğiyle 1936 yılında köylere gönderilmek üzere Köy Eğitmen kursları açıldı. 1937’de Köy Öğretmen okulları açıldı. 17 Nisan 1940 Köy Enstitüleri yasası TBMM’den geçti. Köy Öğretmen Okullarının adı bu tarihten sonra Köy Enstitüleri oldu.
Köy Enstitüleri, üretim içinde eğitim yapan bir sistematiğe dayanmaktadır. Öğrenciler iş üretirken eğitim de görmektedir. Ürettikleriyle hem kendi gereksinimlerini hem de okulun giderlerini karşılamaktadır. Okul binalarını bile kendileri yapmakta, Enstitünün gereksinimi sebzeyi, meyveyi, hayvanları kendileri yetiştirmektedir. Köy Enstitüsü sistemi, eğitimde fırsat eşitliğinin yaşandığı bir sistemdir. Köy Enstitülerinde; 17 bin 346 öğretmen, 8 bin 675 eğitmen, bin 599 sağlık memuru, 213 yüksek köy enstitülü yetiştirildi. Cumhuriyetin aydınlanma ordusu kurulmuştu. Yurdun dört bir yanına dağılacaklar, cehaletin karanlığına bir hançer gibi saplanacaklardı. Cumhuriyeti kuran irade, aydınlanmayı ve kalkınmayı köylerden başlatmayı başarmıştı. Artık köylerdeki feodal düzen yıkılacak, aydın bir köylü kitlesi oluşacaktır. Türk köylüsü başta eğitim olmak üzere edebiyat, sanat, bilim ve siyasete dair bilgi ve birikime sahip olacaktır. Köy çocukları ülke yönetimine katılacaklar, belediye başkanı, milletvekili, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olabileceklerdir.
Atatürk’ün ölümü ile bu aydınlanma projesi sahipsiz kalacak, içeriden ve dışarıdan saldırıya uğrayacaktı ve öyle de oldu. İkinci Dünya Savaşının sonrasında dünyada ve ülkemizde siyasal değişiklikler oldu. Ülkemizin yönetiminde olan CHP’nin 1947 yılında ABD ile yaptığı Fulbright anlaşması köy Enstitüleri için bitişin habercisi oldu. ABD Türkiye’deki bu aydınlanma hareketini emperyal çıkarları adına bir tehdit olarak görüyordu. Bu projenin sonlandırılması için her türlü yola başvurmaktan çekinmedi ve Köy Enstitülerine ilk darbeyi CHP hükümeti eliyle vurdu. Bu sırada CHP içinde çok partili düzene geçme hazırlıkları başlamıştı. Hükümet içinde değişiklikler yapıldı. Hasan-Âli Yücel’in yerine Milli Eğitim Bakanlığına Reşat Şemsettin Sirer getirildi. Yeni Bakan, Köy Enstitülerinin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç ve arkadaşlarını görevden aldı.
1950 yılında CHP yerine Demokrat Partinin iktidar olmasıyla ABD siyasal yaşamımızda daha etkin olmaya başladı. Yeni iktidar Köy Enstitülerine gereken önemi vermediği gibi Bu okulların yerine İmam Hatip okulları açtı. Demokrat Parti iktidarı birçok Köy Enstitülü öğretmen hakkında asılsız suçlamalarla soruşturma açtı, onları sürgüne gönderdi. Köy Enstitüleri uydurma ve yalan suçlamalarla yıpratıldı. ABD’nin baskı ve dayatmaları artarak devam etti ve Demokrat Parti Hükümeti 27 Ocak 1954 tarihinde de çıkardığı bir yasayla Köy Enstitülerini temelli kapattı.
Böylece, Cumhuriyetin aydınlanma ışığı söndürüldü. Türk ulusu bu ihaneti büyük bir kayıp olarak silinemez bir şekilde tarihsel hafızasına kaydetti. Bu projenin sonlandırılması neticesinde emperyalistler ülkemizdeki etki alanlarını genişletti.
Köy Enstitülerinin kapatılması ülke olarak dışa bağımlı olmamızın en temel nedenidir.