İçinde yaşadığımız yoğun salgın sürecinde uzun bir aradan sonra yüz yüze eğitime başlarken bu sürecin nasıl yönetilmesi gerektiği ile ilgili düşüncelerimi belirtmeden önce eğitimle ilgili bazı temel saptamaları yapmanın gerekliliğine inanıyorum.
Eğitim, aydınlanmanın en temel aracıdır. Toplumlar geleceklerini eğitimin donattığı insan kaynaklarıyla kurtarabilirler. Eğitimin İslam dininde de çok özel bir yeri ve değeri vardır. Tanrı’nın insanlığa ilk buyruğunun “oku” olması eğitim ve toplumsal aydınlanmaya verdiği önemin bir ölçüsü olduğu muhakkaktır. Tarihsel süreç içerisinde insanlığın en büyük düşmanı cehalet olmuştur. Cehaleti yok edebilecek tek yolun da eğitim olduğu gerçeği hemen herkes tarafından kabul görmektedir.
Genç Türkiye Cumhuriyeti Köy Enstitüleri projesi ile bir aydınlanma hareketi başlatmıştı, ancak siyasi birtakım kaygı ve gerekçelerle bu proje uygulamadan kaldırılmış ve aydınlanma gayretlerimiz ağır bir darbe almıştır. Zaman içerisinde iktidara gelen her kesim kendi anlayış ve ideolojik beklentilerine göre eğitim sistemiyle oynayarak meseleyi içinden çıkılamaz bir noktaya taşımışlardır. Bütün bunların sonucu olarak eğitim, bir yandan özelleştirilip ticarileştirilmiş, bir yandan da dini vakıf ve derneklerin faaliyet alanı haline getirilerek laik, çağdaş, bilimsel ve özgürlükçü eğitim anlayışından uzaklaştırılarak büyük açmazlara sürüklenmiştir. Konu uzun ve bir o kadar da hayati önem arz etmektedir. Bu konuyu gelecek zamanlarda incelemek şartıyla kapatıyorum.
Gelelim salgın ortamında yüz yüze eğitimin uygulanabilmesi için neleri yapmamız gerektiğine. Salgınla mücadele noktasında sağlık çalışanlarının kişisel gayretleri dışında önemli bir argümanı olmayan ülkemizde yüz yüze eğitimin sorunsuz uygulanabilmesi için gerekli olan bilimsel önlemlerin alınması gerekir. Aksi durumlarda okullarımızı salgının kaynakları haline getiririz. Türkiye salgın sürecinde okullarını en uzun süre kapalı tutan ülkeler arasında olmuştur. Yaklaşık 18 ay uygulanan uzaktan eğitim öğrenciler arasındaki eşitsizliğini ve koşulların adaletsizliğini bir kez daha en acı bir şekilde ortaya koymuştur. Gerekli teknik altyapıya sahip olmayan bölgelerde yaşayan ya da internet erişim cihazları yetersiz olan öğrencilerimiz uzaktan eğitime maalesef uzak kalmışlardır. Eğitimin en verimli ve uygulama kolaylığı olan şekli yaparak, yaşayarak olanıdır. Yani yüz yüze eğitim çocuklarımızın her türlü gelişimi için bir zorunluluktur. Milli Eğitim Bakanlığı fazla geciktirmeden aşağıda sıraladığım asgari şartları oluşturmak adına gereğini yaparak yüz yüze eğitimin sağlıklı bir şekilde uygulanmasının önünü açmalıdır.
- Öğrenci, Öğretmen ve okul çalışanlarının aşıları tamamlanmalıdır.
- Okulların derslik alanları ve diğer bölümlerinde hijyenik ortam sağlanmalıdır.
- Ders saati 30 dakikaya çekilmelidir.
- Okullarda en az bir sağlık görevlisi bulundurulmalıdır.
- Çocuklar haftada üç gün okulda olacak şekilde program geliştirilmelidir.
- Sınıfların öğrenci sayıları seyreltilmelidir.
- Çalışan temizlikçi personel sayısı artırılmalıdır.
- Köy okulları bir an önce açılarak taşımalı sistem kaldırılmalıdır.
- Okulların öğretmen sayıları artırılmalıdır.
Eğer toplum olarak aklın, bilimin, adaletin, hukukun ve özgürlüğün egemen olduğu çağdaş ve demokratik bir ülke istiyorsak, Eğitimde; çağdaş, yenilikçi, laik, bilimsel ve demokratik bir anlayışı etkin kılmalıyız.
Sağlıklı günlerde görüşmek üzere hoşça kalın